30 Nisan 2008 Çarşamba

Face book Yeni Nesil Oyuncağımız!


Basında, televizyonda, internette, arkadaş sohbetlerinde… Facebook tam bir çılgınlık halini almış durumda. Facebook’ta var olmak, [sanal da olsa] “hayatta varım” demekle eşit düzeye gelmiş birçok kişinin zihninde.

Son altı aydır gelen Facebook davetlerini ısrarla yok saymıştım. Zaten diğer sosyal ağlarda (sosyomat, linked-in, cember.net, mondus…) aktif olamadığım için yeni birinin daha sepette olması anlamsız geldiğinden olsa gerek…

Ancak ‘face’ adını duymadan geçen bir gün olmamaya başlayınca, dur dedim kendi kendime… En azından deneyerek öğren, okuyarak değil. Amacım daha sonra da sizlerle bu deneyimi paylaşmaktı.

Bir ay kadar oldu Face book üyeliğim. İtiraf ediyorum; sevdim!

Hatta orada [sosyalleşmenin yanında farklı bir değer de katabilmek amacıyla] “Fikir Atölyesi” isimli bir grup da var artık.

8 Ekim’de açtık, bu yazıdan önce üye olan kişi sayısının bine ulaştığını görmek ise ayrı bir mutluluk verdi. Bu da size diğer itirafım!

Facebook üyeliğiniz varsa veya olacaksa uğrayın bir; ilginizi çekerse de katılın aramızdaki tartışmalara.

“Arkadaş aramaktan çok, arkadaşını ara” belki de beni Facebook’ta ilk cezbeden özellik olsa da, doğruya doğru; ilk günlerdeki acemilik atlatılınca, ortada kocaman bir “zaman yeme makinesi” ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.

Evet, gerçekten eski arkadaşlarınızı da arada bulup seviniyorsunuz ama aradan geçen onca yıl sizde eski üç beş anıdan başka iz bırakmadığı için alınan tadın ömrü pek de uzun sürmüyor. Ve arkadaş listeniz başlıyor büyümeye. Doğal olarak da daha çoğu yenilerle…

Her türlü görüşün paylaşıldığı tartışma grupları, blog yazıları; birbirinize gönderdiğiniz sanal çiçekler, kucaklamalar; duvar yazıları, paylaşılan resimler… Online ‘merhaba’ demenin yerine geçen dürtmeler (poke)… Ve dışarıdan geliştirilebilen yeni uygulamalarla (video ve müzik paylaşım, oyunlar, sosyal aktiviteler…) işin cazibesi de, sitede kalma süresi de uzadıkça uzuyor…

Farklı sitelerden bölük pörçük elde ettiğiniz paylaşım ve sosyalleşmenin tamamını size tek yerden vermeye çalışıyor Facebook.

Başarılı da oluyor.

Yeni nesil internetin (web 2.0) olmazsa olmaz kuralı ‘Kullanıcın yarattığı içerik’ [user created content] prensibini en basit (kullanıcı dostu) ve anlaşılır şekilde kullanması, merkezine bizi yani insanları ve yaşamdan anları koyması zaten WoMM (ağızdan ağıza pazarlama) için de yeterli kaynağı fazlasıyla sağlıyor.

2004 Şubat’ında Mark Zuckerberg Harvard College’da okurken, iki arkadaşı ile birlikte yurt odasından kuruyor Facebook’u. Tipine bakıp tipik bir Amerikan ‘nerd’ü (inek öğrenci!) demek mümkün olsa da, bu tipik bir önyargı olur!. (Zaten Harvard’dan ikinci senesinde ayrılıyor.)

İlk projesi ‘Coursematch.’ Okulda aynı dersleri alan öğrencilerin listelendiği bir site. Sonra Facemash.com; ‘Hot or Not‘ benzeri bir site. Ancak bunun için hacker’lık yapıyor. Öğrenci resimlerini (öğrencilerden izinsiz) alabilmek için Harvard’ın bilgisayar sistemine bir şekilde giriyor ve bu resimlerden siteyi kuruyor. Kısa süre sonra durumu fark eden okul yönetimi onun internet bağlantısını kesiyor, disipline havale ediyor.

Ve Facebook. Önceleri sadece kendi okulu içinde öğrenciler arasında bir ağ iken, sonrasında Amerika’daki diğer üniversiteleri de içine katınca başlıyor büyümeye. Derken liseler ve Eylül 2006′da da email’i olan herkes bir profil sahibi olabiliyor.

Bugün itibariyle Palo Alto California ve New York ofislerinde 300′den fazla çalışanı, 46 milyondan fazla aktif üyesi var.

Ocak 2007′den beri her gün 200 bin yeni üye alıyorlar. Bu Facebook’un her hafta %3 büyümesi demek! 25 yaş üstü profilin en hızlı büyüdüğü sitede insanlar her gün ortalama 20 dakika vakit geçiriyolar. [Bu sadece dünya ortalaması; kendi arkadaşlarım arasında günde 2-3 saat geçirenler var, hem de artan bir sayıda.]

(Mark’ın geçtiğimiz Mayıs ayında site içindeki uygulamaların geliştirilmesini dışarıya açtığı gün [f8] yaptığı konuşmasının video’su [biraz uzun] hem facebook’u, hem de gelişmeleri kendi ağzından dinlemek açısından ilginizi çekebilir.)

Yahoo’nun bir milyar dolarlık satın alma teklifi verdiği (ve Mark’ın kabul etmediği) dedikodusu halen sürerken, Facebook’un bugün tahmini değerinin 10 milyar dolar olduğu söyleniyor. (Microsoft ve Amazon gibi devlerle uygulamalar alanındaki işbirliği zaten hayatta.)

En geç iki yıla kadar da halka açılmaları (IPO) gerçek olursa Facebook, Google’dan sonra internet sektörünün en büyük başarı hikayelerinden biri olmaya aday duruyor.

Her başarısını ispat etmiş fikir gibi, Facebook da şimdi mahkemelerde “bu fikir daha önce bana aitti” söylemleriyle uğraşıyor.

Büyük çoğunluğun gerçek isim ve resimlerle profil oluşturduğu Facebook tam bir sosyo-demografik bilgi bankası. Kimsiniz, kimlerle arkadaşsınız, hayat felsefeniz, politik görüşünüz, dininiz, sevdikleriniz, sevmedikleriniz, sevgiliniz, sosyal aktiviteleriniz…

Siz kendi hayatınızı ne kadar deşifre etmek isterseniz… Aşağıdaki de, bunun nelere sebebiyet verebileceğini ti’ye alarak anlatan bir video.

Bilgi üzerine dönen yeni ticaret modelleri için ne bulunmaz bir nimet Facebook. CRM denilen Müşteri İlişkileri Yönetimi için paha biçilmesi zor bir hazine.

Mark’ın başlarda bilerek veya bilmeyerek üstüne konduğu bu hazinenin stratejik önemini kavrayan başkaları da var. Hem de ilk günlerden!

Mark, Peter Thiel’dan 500 bin dolar alıyor siteyi kurarken. [Bir üniversite öğrencisi için hayal dahi edilemeyecek bir tutar bu. Ve ona duyulan güven!] Birkaç ay sonra Accel Partners 12.7 milyon dolar, sonrasında Greylock Partners ve Meritech Capital Partners 27.5 milyon dolar ile giriyorlar yönetime. Sonrasında Accel ve Thiel yatırımlarını daha da arttırıyor.

Hepsi çok seviyor Mark Zuckerberg’i!

Peki kim bu yatırımcılar? Daha ilk günden bu isteyerek verdiğimiz kişisel bilgilerimizin peşinde olanlar…

Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’na (CIA) kadar uzandığı söyleniyor. Ben onların yalancısıyım. Aşağıdaki video (ingilizce) size bir fikir verecek:

Peki; diyelim bunların hepsi doğru. Birileri bizi yakından gözetliyor.

Bu zaten Facebook’tan çok önceleri de yok muydu? Kredi kart kullanımından tutun, cep telefonuna; internet’te gezdiğiniz sitelerden, mail’lere, msn’e… Bırakın tüm bunları, yollarda her köşe başına konan [adı güvenlik olan] kameralar zaten attığımız her adımı kayıt altına almıyor mu?

Facebok da bunlardan sadece biri. Ne olup olmadığını bildiğimiz sürece paranoyak olmaya da gerek olmayabilir. Diğer türlü, “hayır ben bu kadar izlenmek istemiyorum” derseniz de hayatı kolaylaştıran, hatta daha keyifli hale getiren nimetleri yok saymanız gerekiyor.

Bir yerden verirken, diğer yandan alıyorlar. Tıpkı hayatın kendisi gibi.

Dönelim tekrar Facebook’daki Fikir Atölyesi grubuna.

Dilediğiniz konuda tarışma konusu açabilir, açılanlara katılabilirsiniz. Resim ve video ekleyebilirsiniz.

Son açtığım tartışma konusu bu siteyi pek yakından ilgilendiriyor, adı: “Fikir Atölyesi Blogu Hakkında.” Bu blogun konuları, tasarımı, ifadesi, duruşu, öneriler, eleştiriler, beklentiler…

İçinizden geldiği gibi. Tüm görüşler benim için çok değerli.

İlk açılan tartışma konusu ise bu okuduğunuz Facebook yazısı ile yakından ilgiliydi:

“Facebook: Şeytan mı, Melek mi?”

- Eski arkadaşlarımızı bulmaya yaradığı kadar yenilere az yer mi açıyor?
- Kimin ne yaptığını bilmek güncel kalma adına işe yararken, casusluk güdülerimizi mi okşuyor?
- En güzel resimlerimizle algımızı mı yönetiyoruz?
- Katıldığımız ‘event’ler ne kadar sosyal olduğumuzun mesajı mı?
- Bağımlılık yaratıyor sanki, doğru mu?
- ‘Yeni nesil msn’ görüşüne katılır mısın?

Gelen ilginç yorumlardan bazıları ise:

“Facebook ya da feci book.”
“Melek yüzlü şeytan.”
“Anti-sistemci ve anarşist.”
“Big brother’ı kendi elimizle bize yarattırdılar.”
“Daha yeni bir şey çıkana kadar facebook hayatımızda büyük bir yer alacak gibi…”

Bana [henüz] “feci book” gibi gelmese de, ben asıl sizin görüşlerinizi merak ediyorum. İster Facebook’daki gruptan, ister buradan…

Hiç yorum yok: